8.12.08

EISLER VE BRECHT / Çiğdem Erken / Sayı 1

1933 yılının Ocak ayında Almanya’da, Başkan Hindenburg, Adolf Hitler’i başbakan ilan etti. Nazi rejiminin ateşli bir karşıtı olan komünist besteci Hanns Eisler, şans eseri o sırada Viyana’da bulunuyordu. Dostu ve en yakın çalışma arkadaşı Bertolt Brecht’in tavsiyesi üzerine Berlin’e dönmedi. Nazilerin yoğun biçimde solcu yazar ve sanatçıları tutuklamaya başlaması üzerine Brecht, Kurt Weill ve pek çok sanatçı evlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Bu noktada Eisler’in Viyana, Londra, Paris, Kopenhag, New York ve Hollywood’ta devam edecek olan sürgün yılları başladı. 1938’de göçmen olarak Amerika’ya taşındıktan sonra kompozisyon ve kontrpuan profesörü olarak New School For Social Research, New York’ta çalışmalarını sürdürdü. 1939’da Eisler, vize problemleri yüzünden taşındığı Mexico’da, Şehir Konservatuvarında konuk profesör olarak çalışırken, Eylül’de Hitler Polonya’yı işgal ederek 2. Dünya Savaşı başlatacaktır.

20 Nisan 1942’de sürgün yıllarını California’da geçiren Brecht’in günlüğünde şu satır göze çarpar. “Eisler burada… Eprisiyle, bilgeliğiyle hala o eski Eisler…” Eisler New York’tan California’ya taşınmıştır. Nüktedanlıgı ve bilgeliği, sık sık sabırsız ve çabuk öfkelenen, fakat her zaman sevimli, canlı ve kıpır kıpır kişiligi, arkadaşlarının kendisini büyük bir sevinçle karşılamasına neden olur. Eisler, California’ya ayak basar basmaz bir kokteylden diğer kokteyle, bir film partisinden diğerine koşmaya başlar, gramer kurallarına ve korkunç aksanına aldırış bile etmeden müthiş bir hayal gücüyle paldır küldür konuşarak davetlileri eğlendirir. Bazen insanları kışkırtmaktan sinsi bir zevk almasına rağmen, herkesle iyi geçinir, insanlar onu sever. Eisler kısa bir süre sonra Malibu sahilinde bir ev sahibi olur ve pazar günleri kendisi de eve dostlarını davet etmeye başlar. Tanınmış caz müzisyenlerinin yanı sıra Ava Gardner, Max Reinhardt, Charlie Chaplin ve Eisler tarafından “ihtiyar haydut” olarak adlandırılan, üstelik Wagner üzerine tartışmaktan pek hoşlandıgı Thomas Mann davetliler arasındadır. Brecht ve Weigel çifti de tüm filmlerini seyrettikleri Charlie Chaplin ile bu Malibu partilerinden birinde tanışma fırsatını kaçırmazlar ve onunla hemen dostluk kurarlar. Brecht Chaplin’i çok beğeniyor ve kendi alanında büyük bir dahi olduğunu düşünüyordu. Birlikte çalışmak üzerine konuşurlarken Chaplin şöyle demişti: “Ne yapayım? Ben kendimin hem yazarı, hem dramaturgu, hem rejisörü, hem başrol oyuncusu hem de bestecisiyim”. Brecht’in sonraları sadece iki gerçek rejisor bulunduğunu söylediği rivayet edilir. Chaplin ve kendisi.

Eisler, bir süre sonra az sayıda başarılı kaçaktan biri olur. Film müzikleri yazar ve oldukça iyi kazanır: durumu Bertolt Brecht’ten daha iyidir. Eisler’in en önemli şarkılarından bir çoğu, orkestra ve oda müziği parçaları California’da yaşadıgı bu verimli süreç içinde yazılmıştır. Firtz Lang’ın yönettigi “Hangman Also Die/Cellatlarda Ölür” filmi için yazdığı müzikler ile bugün Amerika’da başarının doruğu kabul edilen Akademi Ödülünü kazanmıştır.

Bir parantez açalım: 1944 yılında Eisler, yazar Theodor Adorno ile birlikte bugün film müziği ile ilgilenenler için klasik olmuş “Composing For Films” adlı kitabını tamamladı. Eisler’in bu kitapta film müziği üzerine yaptığı önermelerin bir çoğu sahne müziği icin düşündükleri ile koşuttur.

İkinci Akademi Ödülünü Cary Grant’ın oynadığı, Clifford Odets’in yönettiği “None But The Lonely Hearts” filmi için yazdığı müzikler ile kazandı. Günümüzde Hollywood’daki en değerli şey olan Oscar heykelinden artık Eisler’de iki tane vardı.

Sıradaki projesi Chaplin’in bir filmi için müzik yazmak idi ama politik sorunların Eisler’in Hollywood’daki çalışmasını engellemesinden dolayı asla tamamlanmadı. “The House Un-Amerikan Activities Committee/Amerikan Karşıtı Aktivitelerle Mücadele Komitesi” Washington ve Los Angeles’ta film endüstrisinin komünist etki altında kaldığı iddialarını dikkate almaya başlamıştı. Eisler Mayıs’ta ve Eylül’de olmak üzere iki kere sorgulandı. Bu çağrı onu çok sinirlendirmişti. Tam da Nazi’lerin yenildigi bir zaman diliminde bir kaç yılını Amerikan hapishanelerinde geçirmek istemiyordu. Film müziklerinin aranan bestecisi olarak tehlikede değildi. Ne var ki ünlü komünist Gerhart Eisler’in kardeşi ve Brecht’in “Ana” sının bestecisi olarak tehlikedeydi. Sorgu esnasında kendisine, New York limanında, yoldaşların ortasında bulunduğu bir fotoğraf göstermişler ve sormuşlardı: “Bay Eisler, elinizle yaptığınız bu hareket ne?” Eisler resme bakmış ve eliyle yapmış olduğu hareketi tekrarlamıştı: “Kızıl cephe selamı...” Tam da bu anda foto muhabirleri fotoğrafını çekmişlerdi. Ertesi gün, gazetelerin ilk sayfasında, Eisler’i, Anti Amerikan Faaliyetleri Araştırma Kurulunun önünde “Kızıl Cephe” selamı verirken gören arkadaşları hem çok sevinmiş hem de çok endişelenmişlerdi. Eisler bu selamın, dünyadaki bütün anti-faşistlerin selamı olduğunu söylemişti. Sorgucular kendisini “müzigin Karl Marks’ı” olarak nitelendirmişlerdi. Eisler ve arkadaşları için büyük bir onur kaynağı olan bu benzetme kurul üyelerinin Eisler’i gerçek bir tehlike olarak gördüklerinin işareti idi. Komünist Partiye eskiden ya da hala üye olup olmadığı yolundaki sorguya, ne evet ne de hayır demiş, ama aidat ödemediğini açıklamıştı. Ne de olsa aidat ödemeyen biri üye olamazdı. Brecht gibi Eisler’de suçlamalardan kurtulmuş ve hakkında dava açılmamasını başarmıştı.

Chaplin bu zor döneminde Eisler’e çok yardımcı olmuştu. O günlerde bütün gazetelerde Chaplin’in Eisler’den bahsettigi röportajlara rastlamak mümkündü. “O benim en iyi arkadaşım ve tanıdığım en iyi bestecidir.”

Yine de Eisler bu olaylar sonrasında bir daha bu ülkede bir besteci olarak çalışma imkanı bulamadı. 1948’de Eisler’in lehine Charlie Chaplin, Aaron Copland, Leonard Bernstein, Roger Sessions, Thomas Mann, Albert Einstein, Pablo Picasso, Cocteau, Matisse ve diğerleri tarafından yürütülen dünya çapındaki kampanyaya rağmen Eisler Amerika’yı terketmeye mecbur bırakıldı. Şubat ayında Copland, Bernstein, Sessions, Diamond, ve Piston’un önderliğinde gerçekleşen bir veda konseri ile Amerika’daki meslektaşları tarafından onurlandırıldı. Böylece Eisler politik görüşlerinden dolayı sürgün yıllarını geçirdigi Amerika’dan yine politik görüşleri yüzünden sürülmüstü.

Aynı yıl Brecht’te bu komite karşısında, Gerhart Eisler için yapılan soruşturma bağlamında ifade verdi. Brecht çoğu Hollywood’da film yazarı olan onsekiz yazarla birlikte sorgulanmıştı. Bu grup sorgudan sonra “onsekizler” olarak adlandırıldılar. Sorgular halkı sindirmek için düzenlenmişti. 80 kadar basın muhabiri, iki radyo kanalı, kameralar, foto muhabirleri ve dinleyiciler tarafından takip edilen sorgulamada Brecht kendisine yöneltilen, komünist partiye üye olup olmadığına ilişkin soruyu “hayır” diyerek cevapladı. Brecht’in tek amacı suçlamalardan kurtulup bir an önce sürgün hayatını sona erdirmekti. Brecht başarmış ve hakkında dava açılmamıştı. Brecht’in sorgusunun radyodan yayınlanması, Amarika’da gerçek bir halk mizahı yaratmıştı. Brecht’in ne zaman ve nerede Eisler ile buluştuğunu saptamışlar, bu buluşmalarda neler konuşulduğunu öğrenmek istiyorlardı. Brecht’in yanıtı şöyleydi: “Onunla satranç oynadım”. Komitenin gözünde G.Eisler komünist parti için çalışan azılı bir Rus casusuydu. Dolayısıyla Brecht’in cevabı da şaka gibiydi. 31 Ekim 1947 günü öğleden sonra Brecht, çantasında mikrofilme çekilmiş olan toplu eserleriyle Paris uçağındaydı . On beş yıllık sürgün dönemi nihayet sona ermişti.

Hanns Eisler ile Bertolt Brecht’in 27 yıl sürecek dostluğu ve yaratıcı ortaklığı 1930 yılında başlar. Brecht yaşamı boyunca Eisler’in yanı sıra Kurt Weill, Paul Dessau ve Paul Hindemith ile de çalışmıştır. Başta “Dreigroschenoper/Üç Kuruşluk Opera” olmak üzere Brecht-Weill ortaklığının ürünleri her ne kadar dünya çapında ün ve popülerite kazanmışsa da, Brecht’in diyaloğunu en güçlü ve kalıcı biçimde sürdürmüş olduğu besteci Eisler’dir. Brecht ile Eisler’in aralarındaki uyumun sebebi, entellektüel görüşlerinin tamamen aynı olmasının yanı sıra; hem Eisler’in metin ve müziği birleştirme konusundaki büyük yeteneği, hem de eğitimli bir müzisyen olmamasına rağmen Brecht’in yazdığı oyunlara dair tüm düşüncelerini müzikal fikirler ile ilişkilendirmesi idi. Basit, sürükleyici melodilere sahip proleter savaş müziklerinin bu karga sesli, coşkulu fikirlere sahip, kelime oyunlarına dayalı taklidi mümkün olmayan şakalar yapan, ufak tefek, yuvarlak yapılı ve kabak kafalı Viyana’lı bestecisi, her gün öğleden önce saat dokuzdan bire kadar Brecht'lerin evinde belirir, yazar metinleri kaleme aldığı esnada, Eisler’de “SSCB’ye ovgü”, “İllegal Faaliyete Övgü” ve ‘Partiye Övgü” gibi dev parçaları bestelerdi. Entellektüel görüşü tamamen aynı olan, yaratıları politik görüşlerinden daima etkilenmiş bu iki dahinin birlikte gerçekleştirdikleri eserleri her ne kadar politik mesajlar olarak algılamak mümkün olsa da, Eisler ve Brecht’in bu işbirligi operatik olmayan müzik tiyatrosunun en ustalıklı örneklerini yaratmıştır. “Schweyk im Zweiten Weltkrieg/Schweyk II. Dünya Savaşında" Brecht’in sağlığında yaptıkları son ortak çalışmadır. 1955 yılında Brecht, Hanns Eisler'e oyunun müziklerini tamamlaması için ricada bulumuş. 1956’da Eisler, Brecht'in ölümünden sekiz hafta önce, 1943'de başladığı müzikleri tamamlamıştır. O yıl Brecht ölür ve Eisler bu ölümü “bir felaket” olarak tarif eder.

“Günlerden pazardı. Brecht, ben gelince kalkmıştı yataktan. Konuşmakta zorluk cekmesine ragmen, bu günümüz de renkli geçmişti. Bu arada ben durmadan düşünüyordum: Hata etmiştim. Her zaman yakınında olmamı istemişti, oysa ben, sağlığının bu kadar kötü olduğunu anlayamadığım için, isteğini yerine getirmedim. Bütün gücünü toplayıp beni ziyarete geldiği günler, ona bestelerimi dinlettiğimdeki sevinci ve neşesiyle yanıltmıştı beni. Ancak son kez, Niederschonhausen’da ziyaretime geldigi zaman onbeş dakikalık yolun, ona, dağlara çıkmak gibi göründüğünü ve artık gücünün tükendigini anlayabilmiştim. Brecht’in ölecegi kimin aklına gelirdi? Tamam yorgundu, ama ölmek! Ayrılırken “senin büyük müzigin için yeterince bir şey yapamadım, beni bağışla” demişti. Bunlar bana söyledigi son sözler oldu. Dostumu bir daha göremedim.”

1957’de 17 Ocak tarihinde Varşova’da “Schweyk Im Zweiten Weltkrieg” ilk kez sahnelendi.

Gelelim bu dahi sanatçıların uzun sürgün yıllarının arkasında duran Nazi Hükümeti ile ilişkilerine. 1942 yılında Gobbels devlet otoritelerinin sanatçılar icin koyduğu kuralları açıkladı:

“Sanat icin sanat yok, konuları bireysel seçmek yok! Sanatçı, Nazi İmparatorluğu’nun doğuşunun ruhunu ifade etmeli, eserlerinde psikolojik problemleri ve Nazi askerinin tipini, işciyi, şehri, endüstiriyi kurcalamaktan kaçınmalıdır.”

Bu standartlara göre Eisler ve yolunda ilerlediği hocası Arnolt Schoenberg’in kendilerini adadıkları modern müzik, faşizmin en önemli düşmanları oluyordu. Nazi yönetimi eserlerinde yalnızlık, çaresizlik, işkence gibi dönemin komplekslerini ve krizlerini ifade eden Schoenberg’e ve onu izleyen tüm müzisyenlere karşıydı. Eisler modern müzik bestecilerinin karşısına örülen duvarı şöyle tarif ediyor:

“Eger modern müzik yazacaksanız, uymanız gereken kurallar vardır. Kafanızın dikine gidin, yazın, ama çalınmasını ve Naziler tarafından desteklenmesini istiyorsanız Richard Strauss ile ılımlı modern arasında ihtiyatla seyreden, eklektik stilde yazmalısınız. Modern Alman Müzik Okulu böyle bir temelden mi gelmeli? Cevaplamaktan mutluyum: Hayır.“

Faşizm müzisyenden ne bekliyordu??? Aslında hiçbirşey ama herşey!” Nazi yönetimi geleneksel müzikten vazgeçemiyor ve kitlelere Bach, Mozart ve Beethoven vs. den oluşan iyi müzik iletme görevini, yaratıcı özgürlüğünü elinden aldığı müzisyenlerden bekliyordu. Aynı dönem içinde modernizndem yola çıkan, sol bestecileri, sadece konser salonları için müzik yazmaya ikna edilememiş ve müzigi gerçek hayata yaklaştırmak isteyen, müziğin somut maksatlar sunmak zorunda olduğunu açıklayan bir başka yansıma da “Gebrauchsmusik/Fonksiyonel Müzik” olarak adlandırılıyordu. Eisler ve fikirdaşları Donau-Eschingen ve Baden Baden’in ünlü festivallerinde tiyatro, film, radyo, bando müzigi, halk şarkıları, okul şarkıları , kısa operalar vs. vasıtası ile bu yeni türü denediler. Eisler bu türü yazılarında faşizm ve modern müzik arasındaki mücadelenin önemli bir adımı olarak anıyor:

Brecht’in 1934 yıllarında bir başka çalışma arkadaşı Paul Hindemith’e yollamak üzere yazdığı bir mektup taslağı ilginçtir. Hatırlayalım Paul Hindemith o yıllarda Nazi teröründen kaçarken Türkiye’ye çağırılmış ve Carl Ebert’ten önce Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşu için büyük emek ve katkılarda bulunmuştur. İşte o Hindemith’e yazdığı mektup taslağında Nazi’lerin müzisyenlerle ilişkisini şöyle yorumlar.

“Hitler selamı vermek için kolunuzu kaldırmanıza izin verirler-hatta bir anlamda buna zorlarlar da sizi-, ama orkestranızı yönetmek amacıyla kolunuzu kaldırdığınız anda karşınızdakiler görevlerini yapacaklar, polisi çağıracaklardır. İnsanın binip de tufandan sağ sağlim kurtulabileceği bir Nuh’un Gemisi değil ki müzik……. Kahverengi gömlekli baylar (Naziler) müziğinizin amaçlarına hizmet edemeyeceğini düşünürlerken kuşkusuz çok haklıdırlar; çünkü amaçları gerici bir amaç; müzik yaratabilme yeteneği gericiliğin buyruğu altına girmezse, katlanamazlar böyle bir yeteneğe! Bırakın gidin meydanı!

Nazi Imparatorluğu yıkıldıktan sonra ülkesine dönen, Alman Senfonisi’nin, Lenin Requem’in, Tucholsky Liedleri’nin, Goethe Rapsodisi’nin, Demokratik Alman Milli Marşı’nın, Komün Günleri ve Partiye Övgü gibi bir çok büyük eserin bestecisi Eisler, modern müzik ve Hitler arasındaki mücadeleyi kazanan tarafı şu sözlerle belirlemiştir;

“Müzik alanında Hitler Stalingrad’da uğradıgı kadar toptan bir bozguna uğradı. Almanya’daki suç ve rüşvet yıllarında Alman müziğinin sessiz kalmayı tercih ettiğini söylemek rahatlatıcıdır. Ne Hitler senfonileri, ne Goering operaları, ne Goebbels quartetleri, ne de Horst Wessel senfonik şiirleri var. Daha önce asla olmadığı kadar para ve güç teklif edilmiş olmasına rağmen, iyi müzik ve dürüst müzisyen faşizmin baş düşmanıydı ve her zaman öyle olacaktır.”

Eisler, 6 Temmuz’da 1962’de Berlin’de öldü. Deutsche Staatsoper’deki törenin ardından Dorotheenstadt Mezarlığında Brecht ve Helene Weigel’in hemen yakınına gömüldü.

Çekmeceye konması icin yazmaktan hoşlanmadığını söyleyen Milli Marş’ ın bestecisi Eisler, kendi ülkesinde eserlerinin seslendirildiğine yazık ki çok az tanık olmuştur. Brecht’in en yakın çalışma arkadaşlarından biri ve müzik alanındaki en önemli ortağı, iki Oscar Ödülü sahibi, Demokratik Alman Milli Marşı’nın bestecisi ve Schoenberg’in en önemli öğrencilerinden biri olan bestecinin adı, 20. yüzyılda inkar edilenler listesinde anılsa yeridir.

Not: Bu yazı, Monokl'un 2006 Haziran'ında çıkan 1. sayısında yayımlanmıştır. Kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur...

No comments: