8.12.08

Monokl isminin izinde... bir taslak manifesto...

Düşünmekte/çalışmaktayız: teori ve eylemin ayrılmaz birlikteliğine olan inanç içerisinde. Monokl oldu derginin ismi çünkü içeriğimize ve yansıtmak istediğimize, o varmak istediğimiz tüketilmemiş-alanın perspektiflerine epey uygundu “mono kurgusuz labirent.”

Bir gözümüze (ki kendisi bir mercektir aslında dünyanın merkezine kendisini koyup, şeyleri seyreden) monokl takmış bulunuyoruz; şeyleri, düşünce ve duyguları, içgüdü ve sezgileri dünya konukluğumuz içerisinde büyüterek, küçülterek, daireselleştirerek, bükerek ve yok ederek, sonra tekrardan hiçlikten getirerek ortaklığı olmayan zeminlere yerleştiriyoruz; onlar şimdilikveburadalık orada dururken, biz o monokl takılı gözümüzü tek elimizle kapatıyoruz. Ardından diğer gözümüze geçiyoruz, karşımızda bizi seyreden her şey şimdi, dilin göstergeleriyle, imledikleriyle bir özdeşliğe girmiş gibi; ama öte yandan diğer gözümüzün eksikliğini de hissediyoruz hemen. Her şey sıradan, olduğu boyutta ve renkte, kokuda… öylece karşımızda dikiliyor, unutmuş durumdayız gözün kendisinin bir mercek olduğunu, gözün aslında sadece gören değil görülen de olduğunu, onun da tersten perspektiflere konu olabileceğini. Sonra sıkılıyoruz bu geleneksel algının zincirlerinden ve diğer gözümüzü de serbest bırakıyoruz. İki farklı dünyaya düşmemiz gerekiyordu değil mi: ama hayır! İç içe geçen görüntüler ve gözlerin algısı o kadar sarsıcı bir etki yaptı ki üzerimizde artık ne şeylerin varlığından ne de onların yokluğundan eminiz: ortaksızlıklar evrenindeyiz, ortaklığımız yok ama gene de üzerinde durduğumuz bir evren var.

Zihnimize sonsuz farklılıkta/ortaklıkta/anlam ve anlamsızlıkta/ortaksızlıkta görüntüler, çizikler düşmüş, yukarı düşen ve aşağı doğru yükselen garip duvarlarla çevrilmişiz: Algı cehennemlerindeyiz adeta. Sonra öğreniyoruz ki tam olarak şimdi ile gelecek arasında kalmışız, o kurgusu olmayan tek labirentte, belirli ile belirsizin arasına girip yiten şeyin kendisinde, bu tanımlanamazın kendisinde, bu’ da yani… bu’ da… her şeyin sönümlendiği bu’ da! Kafka'nın bu Şato'sunda, bu K'sında, bu yazgısızlığa ve belirsizliğin gücüne karşı durmaya çalışan haykırmada!

Yine de alışmaya çalışıyoruz ama hemen olmuyor bu ikili yapının bahşettiği sonsuzluklara alışmak, zaman ve mekan algımızı kökten değiştirmemiz gerekiyor, sanki bizi ayartıyor herşey bu imkansızlık yolunda. İşte bu yolda yapılanlara bakıyoruz önce, (deneysel ve avangard’ ın haşmetli ve belki de bitmiş olan tarihine) onların temel metinlerini okumaya çalışıyoruz, kendimizi geliştiriyoruz. Bu arada bu deneyimlerimizi paylaşmak da istiyoruz ve basılı bir şeyler çıkarmaya karar veriyoruz. önce bizim gibi, okuyucuya da belirli bir çoklu ve tersten perspektifler algısı/algısızlığı gösterilmeye çalışılacak, (en azından yarısı nesnellik olan konumumuz açısından üzerimize düşen yarı görevi yapıp, gerisini okuyucunun çabasına bırakacağız.) Tabii bu gösteriş ve göstermeyiş için önce çok fazla belirli bir şeye bağlı kalmadan temel çeviriler yapacağız, monokl takmış gözümüzü de beslemek adına. Dediğimiz gibi kendi altında yüzlerce alt kimliği barındıran deneysel, avangard kuramlar, uygulamalar, performanslar bizim ilk çekim alanlarımızdan birisi ama sanat tarihi bizim için ilk başucu eseri. Deneyselin ve avangardın sadece edebiyat değil, felsefe, mimari, sinema, müzik… vs alanlardaki etkileri de uzak görünmüyor bize. Patafizik okulu, gerçeküstücüler, dada, durumcular, füturistler, lettristler, neo-dada, oulipo, fluxus, kitsch, pop-art, minimalizm… atonalite vs kavramlar iştahımızı kabartıyor, o mercek üstüne başka bir mercek takmış zaman ve mekan algısı bozuk gözümüzün iştahı bu.

Birçokları sözkonusu kavramlara tüketilmiş olarak bakabilir, bunların artık demode olduğunu falan düşünebilir, hatta bağlam yoksunluğu içerisinde kalmış ülkemizin insanları, sanat ilgilileri bile bu sava katılabilir. Yine de şu bir gerçek ki, bu akımların doğru dürüst çevirileri yapılmamış, bunlarla ilgili bir külliyat zerresi oluşmamıştır buralarda. Kaldı ki bizim bu konudaki tutumumuz sahip olduğumuz bir ilkeyle ilgili: tarihi içselleştirmeden bir özyaratım ve özgünlük oluşturulamaz ilkesiyle. Bu ilkeden hareketle avangard ve deneysel uygulamaları, zirveleri içselleştirip en sonunda onları da üzerimizden atarak bir özyaratıma gitmek amacındayız. Bu özyaratımın belirtisi artık bizim o iki gözle birden dünyaya bakabilme, ki bu şimdiye konma demektir; ve bakamama olayını, ki bu da gelecek-ortaksızlık ve değiştirme gücü demektir, birleştirebilmemiz anlamına gelecektir. Şimdi ile gelecek arasında uçmayı öğrenebilen, zamanı mekanlaştırmayı ve onda sürekliliği yakalamayı başaracaktır özgürlüğünü kaybetmeden.

Bu arada diğer gözümüz, gelenek ile ve şimdinin algısıyla ilişkisini kesmeyecek, o üzerinde hiçbir şey olmayan gözümüz. O gözümüz de çok önemli, kurgusuz da olsa bir labirent çizimi için kaleme ve kağıda ihtiyacımız var. O göz bize kalemin ve kağıdın görüntüsü verecek. Öyküler, denemeler, eleştiri ve incelemeler akacaktır bu gözümüzün içine ardı arkası kesilmeden, ve bizim de istediğimiz bu değil mi zaten? : iki gözümüzden de akacak şeyler ve ortaklık kurabilecekleri bir ortaksızlık zeminine yerleşecek, şimdi ile gelecek arasına, hiç olmayan bir yere ve zamana fakat biliyoruz ki o olmadan ne şimdi ne de gelecek olabilirdi…



2006 Mayıs
v.ç.

No comments: