8.12.08

Sonates de Bar / Herv Le Tellier / Sayı 1

"Sonates de Bar" - "Bar sonatları", Fransız yazar Hervé Le Tellier'nin, 1984-1986 yılları arasında Jay H. March mahlasıyla "Seghers" adlı haftalık dergide yayınlanan bir öykü dizisi. Bu kısacık öykülerin özelliği, her birinin içinde bir kokteyl tarifi barındırması. Belki türkçeye çevrildiğinde bazı tarifler -kimi içkiler Türkiye'de zor bulunduğundan veya bilinmediğinden- değerlerini yitirecekler ancak o zaman da hikayelerin saflığı, sadeliği okuyucuyu tatmin edecektir. Toplamda okunacak 88 öykü, yani denenecek 88 kokteyl... tadını çıkarın!

Hervé Le Tellier 1992'den beri, Fransız yazar Raymond Queneau ve matematikçi François Le Lionnais'nin 1960 senesinde kurduğu Oulipo(Ouvroir de la Littérature Potentielle-Gizil Edebiyat İşliği) adlı edebiyat derneğine üyedir. Oulipo akımına dahil olabilecek iki önemli eseri bulunuyor: /Les Amnésiques n'ont Rien Vécu d'Inoubliable ou Mille et Une Réponses A La Question "A quoi tu penses?" - Amnezikler Unutulmaz Hiçbir Şey Yaşamadılar veya "Ne düşünüyorsun?" Sorusuna Binbir Cevap/ ve/ Joconde Jusqu'à Cent - Yüze kadar Mona Lisa. /1957 doğumlu yazar şu anda hem gazetecilik, hem de Paris III Üniversite'sinde öğretim görevliliği yapmaktadır.

"Gök fazla yüksek, yer fazla alçak, bar ise tam olması gerektiği yerde."
Anonim



A & B, Archie and me…

Jay’s’i ilk defa 19.. bilmem kaçın bir ocak ayı akşamında, bir Cuma günü açtım. Anahtarı yuvasına yerleştirip, kapıyı açıp, perdeleri araladığımda hava kararalı epey olmuştu. Bar artık taze boya kokmuyor, kaplamalar şehrin neon ışıklarını yansıtıyordu, ben de birkaç lambayı ve barın ışıklarını yaktım. Keyfini duman kıvrımlarının eşliğinde çıkarmak için bir kibrit çakıp, dudaklarıma bir sigara iliştirdim.

Barın ortasına doğru gittim, etrafıma bakındım. Hoş bir mekândı. Bu noktadan, arkamda kalan birkaç masa hariç, neredeyse tüm salon görülüyordu, ben de bir blues tınısı mırıldanmaya başladım. Kapının açıldığını duymamış ve irkilmiştim,” birisi arkamda belirip şöyle dediğinde: “Evet, fena değil, ama kusursuz olması için bir şey eksik.” Döndüm. Uzun, irice ve kel siyah bir adam sırıtarak bana bakıyordu. Hiçbir şey demeden kalakaldım, o da devam etti: “Geçen haftalar taşındığınızı gördüm. Yaptığınız çok iyi bir şey, yani, mahalle için.” Bu her şeye rağmen bir iltifattı, güldüm: “Bir şey ister miydiniz? Benden. İlk müşterimsiniz, uğurlu sayılır.” Ellerini ovuşturdu ve “Bir A&B o zaman, eğer gerekenler varsa” dedi. Başımı salladım: barın tüm şişeleri ağzına kadar doluydu. İki küçük kadehe Benedictine, bir o kadar da calvados doldurdum. Kadehi parmaklarının arasına aldı, elleri yuvarlaktı, bir o kadar da kıvrak. Kadehi kaldırdı: “Jay’s ‘in şerefine o halde… Jay?” Başımla onayladım, kendini tanıtmadığı için özür dilercesine devam etti: “Adım Archie…”

Kadehini yavaşça benimkiyle tokuşturdu, gözünü az önce oturduğum masaya dikti ve şöyle söyleyiverdi: “Piyanomu tam buraya yerleştirmeli.”

Açık kitap ve Alaska


“Bak, müşterinin biri bunu unutmuş.” Rose kitabı istem dışı bir hareketle kaplamanın üstüne koydu ve burbonla sodayı barın derinliklerine doğru alıp götürdü. Kadehleri barın en dibinde oturan çifte bıraktı ve o çok sevdiği tatlı sert blues’u çalan Archie’nin yanında bir masaya oturdu. Birbirlerine hınzırca gülümsediler, bu sevgi dolu andan mutlu, ben de gülümsedim. Gözlerimi indirdim ve kırmızı ciltli kitabı gördüm. 130 ve 131. sayfaları açıktı.

Bir bölümün başlangıcı bile değildi, onlarcasının arasında bir cümle sadece: “Maria yola baktı: ufuk çizgisine doğru koşuyordu, yakında doğacak güne doğru. Maria zaten ıslak olan çimlere uzandı ve ağladı.” Bir sayfa, bir sayfa daha okudum, ta ki Rose’un Alaska isteyen sesiyle irkilene kadar. Başımla onayladım ve kitabı barın üstüne koydum isteksizce, sayfayı kaybetmemeye özen göstererek. Bir kadehe ufak bir bardak sarı Chartreuse, iki katı kadar cin koyup, iki de buz ekledim. Rose kokteyli alıp gitti, kitabı yeniden elime aldım. “Mathieu kemerini bağladı ve balkondan aşağıya sarktı. Ağaçların altında kara gölgeler hareket ediyordu, denizin dibi gibi. “Şimdiden mi?” diye düşünüyordu partizan şimdiden, ve titremeye başladı.” Sayfayı çevirdim, bir ses: “Lütfen!” dedi ve gözlerimi kaldırdım. Genç bir adamdı ve elimdeki kitabı işaret ediyordu: “Birkaç dakika önce masada unuttum bunu. Alabilir miyim?” “Elbette…” diye kekeledim ve kitabı uzattım utançla. Gülümseyerek teşekkür etti ve tam kapı üstüne kapanırken, kitabın ve yazarın ismini bilmediğimi düşündüm. “Önemli mi?” diye sordu Rose. Başımı umursamazca salladım, ama yalan söylediğimi biliyordum, Mathieu ve Maria’yı merak ediyordum şimdiden.


Alexandra’ nın gözyaşları



Kapıyı sessizce itti. Gözlerini barın içinde dolaştırırken gördüm onu, sanki orada olmayan birini arıyordu. Başını bana doğru salladı hüzünlü bir gülücükle. Üzgün olduğunu anladım. Andrew pili bitmişçesine, barın ucunda, karanlıkta kalan bir masaya oturdu, ben de yanına yanaştım. Sadece bir fısıltıyla iç geçirdi: “She’s gone, Jay”, bense hiçbir şey söylemedim. Kocaman bir top boğazımı sıkıştırıyordu ve zaten hiçbir zaman doğru kelimeleri seçemezdim.

“Alexandra?” diye sordum. Cathy ile her zaman bunu içerlerdi. Başını garip bir bakışla kaldırdı ve bir sessizlik oldu. Sonra, gülümsemek için dudaklarını buruşturdu ve gözkapaklarıyla “evet” dedi… Karıştırıcının içine ufak bir bardak kakao likörü, biraz fazla konyak ve bir o kadar da taze krema koyup, üç tane de buz ekledim. Alkolü kesmeden kremayı kesmek için hızlı bir şekilde karıştırdım ve uzun ayaklı bir kadehe doldurdum. Süslemek için biraz çikolata tozu daha ve kadehi Andy’nin önüne koydum: Archie’nin kendi blues dünyasında kayboluşunu izliyordu, ve yanağında, neredeyse görünmeyen, ince bir gözyaşı otuz yaşının genç kırışıklarından aşağıya akıyordu. Sonra Andrew gözlerini kapadı, kirpiklerinin ucunun parladığını gördüm ve o da ağladığını görmeyeyim diye başını ellerinin altına sakladı. İçimden saçlarını okşamak geldi ama cesaret edemedim.

Mary’yi ve beni düşündüm, bütün o zamansız adımlarını ve benim gerçek acılarımı. Kapıya doğru baktım, Cathy’nin içeri girmesini istiyordum, buraya, şimdi, onu ağlarken görmesini, beraber acı çekmesini istiyordum. Utanmasını, hayır, giden aşktan hiçbir zaman suçlu değilizdir. Sadece ona doğru gelsin, yanağını okşasın, kulağına hoş bir şeyler söylesin. Onsuz geri dönme hakkına sahip olabilir. Ama önce, onunla bir Alexandra daha içsin.

American Glory ile ilk sarhoşluk


İyi bir fikir değildi. Kız kardeşime de söyledim, ama hemen cevabı yapıştırdı: “Dinle, Harry çok uslu bir çocuk ve ben onu bu akşam kime bırakacağımı bilmiyorum.” Kuşkulu bir yüz takındım, ama Liz kısık sesle ekledi: “Ya sen bir el atsan? Bir kereliğine…” Soğuk bir bakış geçti aramızdan, ve korkakça iç geçirdim: “Tamam…” Liz oğluna döndü: “Sen Jay Amcayla kal, ben birkaç saate geri geleceğim. Anlaştık mı?” Çocuk “Hayır” dedi, bana dilini çıkardı, ardından Liz onu öptü ve gitti.

Harry bir köşeye oturdu ve usluca oynamaya başladı. Ama birkaç dakika sonra bana döndü ve yaygarayı çıkardı: “Ben de kokteyl istiyorum…” Başımı salladım: “Hasta olursun, sonra annen mutsuz olur…” Ağlamaya başladı, bütün bar bize döndü, ben de gözlerimi kapadım: “Tamam Harry. Sana bir American Glory hazırlayayım”. Harry zafer duygusuyla gülümsedi, ben de karıştırıcıya üç tane buz koydum. Yarım bir portakal ve yarım bir limon sıktım, iki tane şeker koydum, ve çocuğun koca gözlerinin önünde, bir kaşık taze kremayla yumurta sarısını da ekledim. Rasgele bir içki şişesi aldım, baş parmağımla ucunu kapattım ve karıştırıcının içine sarkıttım. “Annene söyleme sakın…” – “Yok, yok”, diye mırıldandı Harry. Şevkle çalkaladım, yoğun sıvıyı bir şampanya kadehine geçirdim ve maden suyuyla tamamladım. Bir dilim portakal, bir kiraz ve bir pipet ve kokteyli Harry’ nin önüne koydum. “Yavaş iç, yoksa tabureden aşağı düşersin…” Çocuk Glory’ den tattı, dudaklarını sildi ve “Vauu, çok sertmiş” dedi. Kadehi bitirmesi bir saatini aldı, sonra barın üstünde uyuyakaldı. Annesi uyandırdığında, ilk kelimeleri şunlar oldu: “Biliyor musun, Jay Amca bana çok sert bir kokteyl yaptı…” Liz sinirden bembeyaz bana döndü: “Sen gerçekten delisin”. Harry’ ye bir daha hiç bakıcılık yapmadım.

Herv Le Tellier

Fransızcadan Çeviren: Atakan Karakış
Kaynak: Sonates de Bar, Herv Le Tellier Le Castor Astral, 2001

Not: Bu yazı, Monokl'un 2006 Haziran'ında çıkan 1. sayısında yayımlanmıştır. Kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur...

No comments: