20.5.13

Monokl'dan 5 YENİ KİTAP - Antonio Negri (3), Jacques Lacan (1), Ahmet Soysal (1)


MONOKL'DAN 5 YENİ KİTAP


A-  ANTONIO NEGRI'NİN MONOKL'UN KONUĞU OLARAK 
GEÇEN AY İSTANBUL'A GELİŞİNİN ARDINDAN 3 KİTAP:


1- ANTONIO NEGRI - SÜRGÜN 

Fransızcadan Çeviren: Öznur Karakaş




İşte bugün de hapishaneye girmiş bulunmaktayım. Bana, bize ait bir geleceği düşünerek özgür olmaya çalıştığım bu hapishanede... Hepimizin özgürlüğünü düşünerek... Elbette bu ortak özgürlük çerçevesinde, hapishanenin yıkılması gerekecek. Yeniden yoldaşlarıyla buluşma gücünü kendinde bulmak için dönenlerin ve bir dönüşüm projesi çerçevesinde toplumu bir araya getirme amacıyla belli bir süreklilik içerisinde kafa yoranların, bir daha asla arzularıyla aralarına bu korkunç hapishane cehennemi dikilmesin diye...

Yaşam, onu inşa etmediğimiz sürece; yaşamın seyri özgürce kavranmadıkça bir hapishanedir. Hapishanede de pekala hapishanenin dışında olduğumuz kadar özgür olabiliriz. Yaşam, en azından işçilerin yaşamı, özgürlük anlamına gelmediği gibi, hapishane de özgürlükten yoksun olmak anlamına gelmiyor.

Postmodern çağda, maddi ve maddi olmayan emeğin artık karşıtlık içerisinde olmadığı ölçüde, peygamber, yani entelektüel figürünün aşıldığına inanıyorum çünkü bu figür, üzerine düşeni tamamen yerine getirmiştir; işte böylesi bir anda militanlıkesas rolü üstlenmektedir. Yüzyılın başında doğuya doğru trene atlayıp geçtikleri her garda bir hücre, bir mücadele hücresi kurmak üzere duraklayan Amerikalı sendikacılar gibi insanlara ihtiyacımız var. Bu yolculuğun her bir aşamasında, bu sendikacılar kendi mücadelelerini, arzularını, kendi ütopyalarını anlatmayı başardılar. Ancak bir yandan da aziz François d’Assise gibi, yani gerçek anlamda yoksul olmamız gerekiyor: yoksul olmamız gerekiyor çünkü ancak yalnızlığın bu  aşamasında bugünün sömürü paradigmasını kavrayabilir; bunun özüne erebiliriz.






2- ANTONIO NEGRI - SANAT VE ÇOKLUK

Fransızcadan Çeviren: Serkan Sönmezgil





O sıra önüme koyduğum mesele, bana tamamıyla kapitalist üretim tarzı tarafından ezilmiş görünen bir toplum algısından çıkmaktı. Etrafımdaki toplum bana bir metalar yığını, paranın ya da finans mekanizmalarının birbirleriyle ikame edilebilir kıldığı bir soyut değerler yığını gibi görünüyordu; tek taraflı bağların içinde yassılaşmış, gerilimleri adeta yürürlükten kaldırılmış bir kapitalist dünya. Bu kapitalist dünyada artık doğal olan, yani sanayi-öncesi olan ve imal edilmiş olmayan hiçbir şey bulamıyordum. Marksizm, metaların değişim değerini kullanım değerlerinden ayırır: Tahakküm sistemlerine ve sömürü yöntemlerine rağmen aynı zamanda değişimi de kıymetlendiren şu kullanım değeri –hoş, şu kullanım değerinin, en küçük bir izini dahi bulamıyordum. Dünya tamamıyla şeyleşmiş, soyut hale gelmişti: Sanat böyle bir durumda hangi anlama sahip olabilirdi? Bu gerçeklik içinde sanatsal üretim, alternatif yaratım, gerçeğin yeniden icadı süreçleri neler olabilirdi? Bu algı basitçe felsefi değil, aynı zamanda politikti de.

Mutlak içkinlik tarafından fethedilmiş bir dünyada sanat yapıtlarının var olmayı sürdürmesi nasıl mümkündür? Sanat yapıtlarında her zaman aşkın bir şey var gibi ama biliyoruz ki aşkınlık  artık yok;  Tanrı öldü.

Tanrı yalnızca ölmüş değildi, cesedinin gölgesi hayatlarımızın ve ifade kabiliyetimizin üzerinde yayılıyordu. Daha da kötüsü, bu savaş boyunca, Tanrı iki tarafta da görünüyor; kendisini yıkıcı bir güç, fanatizmin temsili veya her biri Başka’nın varoluşuna tahammül edemeyen kibirli kimlikler dizisinin bir fonksiyonu olarak sunuyordu. Bunun dönüp dolaşıp nereye geldiğini biliyoruz: Modern tarih içinde, kendisini insanın sanatı olarak geliştiren bir teknik var; ve bu tekniğin bağrında, bir hakikat arayışı var, insanın hakikatinin olduğu kadar doğanın hakikatinin de arayışı.



3- ANTONIO NEGRI - PORSELEN YAPIMI : POLİTİKANIN YENİ BİR GRAMERİ İÇİN

Fransızcadan Çeviren: Elyesa Koytak 




Öznelliğin politik inşasına (veya daha doğrusu politik öznellik üretimine, yani çokluk-yapmaya) karşılık düşen uzun güzergah bizim “fakirlik” dediğimiz bir paradokstan başlar. Fakirlik derken, fiziki ve maddi yoksunluğu, yani basitçe mahrumiyet durumunu değil, eksiklikleri ve mahrumiyetleri telafi etmek için ilişkiler ve işbirlikleri geliştirme ihtiyacında olma olgusunu kastediyoruz.

Gerçekten de ortak bir öznellik üretimi süreci bize göre iki temel gücün ilişkilenmesi yoluyla mümkündür. Birinci kuvvetten az evvel bahsettik: Klasik bir metaforla buna “fakirliğin gücü” diyebiliriz. Bu belli bir zamanda beliren ontolojik bir devamsızlık yoluyla kendini ortaya koyan bir kuvvettir: Bu, eğilimsel olarak mutlak bir yokluğun, güce açılan bir ihtiyacın, artık baskılanamayan bir arzunun zamanıdır. Fakirliğin gücü o halde, insanlık durumunun aslen hazır ve yatkın olduğu kategorilerin üzerinden sıçramanın gücüdür. Bu sıçrama daha önce görme fırsatı bulduğumuz üzere zaman zaman boşlukta ve boşluk üzerinde gerçekleşebilir: Elbette bir riske girmek anlamına gelir fakat, her durumda, hayal edilebilir hayat ve/veya özgürlük tercihleri bütününü kendi içinde taşır.

Sonuç itibarıyla fakirlikten ortak olanın ontolojik inşasına sevk eden artzamanlı, geçici bir güzergaha ihtiyaç vardır. Spinoza, cupiditas’ın (aşk, yani öznenin, eğer fakirse içinde taşıdığı güç geliştirme arzusu olarak) conatus’a kıyasla (fakirlik, kendi hayatını korumaya dair asli girişim), devamlılığını göstererek bunun bir tasvirini verir. Böylece birincil kuvvetten (fakirlik), ikinci güce (aşk) nasıl geçileceğini görmüş oluruz. Fakirlik için olduğu gibi “aşk” kelimesiyle de hem klasik (Platoncu) aşk metaforunun bir tekrarını, hem de bunun altüst edilmesini kastediyoruz: Platon’da ihtiyaç ve aşk organik olarak birbiriyle ilişkiliyken, bizse burada birinden diğerine geçişi sağlayan üretici devamlılık bağının (ve paradoksal olarak ontolojik sıçramanın) anlaşılması söz konusudur.

Böylelikle tamamen olumlu bir dönüm noktasına varıyoruz, zira fakirlik kısaca, varlığın mümkün bir çoğalmasına doğru bir açıklığı, gerilimi ifade eder. Bedenlerin ve/veya ortak olanın sürecinin devamsızlığına basit bir atıf yapmanın, şimdiye kadar bize sahici bir açıklık perspektifi sağlamadığı açıktır –zira bu atıf, sadece bizim kötü-oluşumuza vurgu yapıyordu–, buradaysa aksine fakirliğin ve aşkın kuvvetler, yani güçler olarak yeniden keşfi bize tutkulardan yola çıkarak olumlayıcı bir kaçış hattı, varlığın kendisini kat eden ve çokluk-yapmanın inşa ettiği telos’un maddileştirilmesini görünür kılan bir geçiş görmeyi sağlıyor. Nitekim çokluk-yapmaya bir devamlılık (felsefe için kuramsal, hareketler için entelektüel ve militan bir devamlılık) kazandırmamıza yardım edecek olan da tam olarak budur. 



B- JACQUES LACAN'IN TÜRKÇE'DEKİ 2. KİTABI,
YİNE MONOKL'UN LACAN SERİSİNDEN:


4- JACQUES LACAN - TELEVİZYON

Fransızcadan Çeviren: Ahmet Soysal






Bir aziz, yaşamı boyunca, kendisine bazen bir hâlenin sağladığı saygıyı duyurmaz. Baltasar Gracian’ın yolunu izlediğinde – gürültü patırtı yapmamak – onu kimse fark etmez, – ki bundan Amelot de la Houssaye onun saray insanı konusunda yazdığını sanmıştı. Bir aziz, anlaşılmak istersem, merhamet (charité) dağıtmaz. O daha çok pisliği (déchet) ayırmaktadır:“ters-merhamet” yapar (décharite). Bunu da yapının buyurduğunu gerçekleştirmek için yapar: özneye, bilinçdışının öznesine kendisini (azizi) arzusunun nedeni olarak görmeyi sağlamak için. Gerçekte (en effet) söz konusu özne, bu nedenin iğrençliğinden (abjection) dolayı yapıda hiç değilse kendi yerini bulma şansına sahiptir. Bu aziz için komik değildir, ama hayal ediyorum ki bu televizyondaki birkaç kulak için, aziz olaylarından bazı garipliklerle iyi kesişmektedir. Bunun zevk (jouissance) etkisi olması konusunda, kim alınmış zevk (joui) ile anlamına (sens) sahip değil? Kuru kalan bir tek aziz, onun için bir yadsıma. Ki bu da olayda en eğlendirendir. Ona yaklaşanları ve yanılmayanları eğlendiren: aziz, zevkin hor görülenidir. Ne kadar çok sayıda aziz isek, o kadar çok güleriz, bu benim ilkemdir – hatta kapitalist söylemden çıkış, – ki bu bir ilerleme oluşturmayacak, eğer yalnızca bazıları içinse.



C- KÖKENLERE, NEFS VE RUH'A İLİŞKİN 
KAVRAMSAL BİRSORUŞTURMA

           
5- AHMET SOYSAL - RUH SORUSU






Ruhulkudüs’te bir tanrı-bilimi’nin (teoloji’nin), Ruh-Düşünce’de ve Ruh-Akıl’da bir olma-bilimi’nin (ontoloji’nin) ve bir bilgi teorisinin, Ruh-Nefs’te bir nefs-bilimi’nin (psikolojinin), Ruh-Anlam’da bir ahlak-bilimi’nin (etik’in) ve bir duyumsama-bilimi’nin (estetik’in) yanısıra, yine bir teoloji’nin, psikoloji’nin, ontoloji’nin ve
bilgi teorisinin koşulu bulunmaktadır.

Ruh konusunda araştırmanın genel başlığı, “Ruh’un Jenealojisi” olabilir (ya da: “Ruh’un Jenealojileri”). İzlenecek yol şöyle görünmektedir: I, A ve B: Genel Sorunsalın Sunumu; C: Ontolojik, Psikolojik, Etik, Estetik Sorunsallar; D: Teolojik-Mistik sorunsal; II (Tarihsel Okumalar), A: Kutsal Metinler; B: Suhreverdi, İbn Arabi, Kabbala;
C: Parmenides, Plotinos, Hegel.







17.5.13

DİNSEL OLGU, LAİKLİK, KÜRESELLEŞME


DİNSEL OLGU, LAİKLİK, KÜRESELLEŞME



9 aralık 2010’da İstanbul Fransız Kültür Merkezi’ndeki Açık Oturum’daki Sunum



   + Küreselleşme, çağdaş tarihin büyük ölçüde içinde olduğumuz yeni bir dönemini belirtir. Küreselleşme, kapitalizmin bütüncül yayılma yöneliminin, onu durduran, yavaşlatan, sınırlayan siyasi engellerin kalkması sonucu, bütün yeryüzünü kapsamaya ulaşmasıdır. Küreselleşme, dünyadaki zenginlik kaynaklarının (enerji hammadesi gibi) ve pazarın sahiplenilmesi için siyasi-ekonomik güç odaklarının çarpıştığı, rekâbete girdiği bir savaşım alanıdır. Bu alanda lider, bugün A.B.D.’dir. O, hegemonyası adına emperyalist savaşlara, tasarımlara girmeyi doğal hakkı kabul etmektedir.

   + Küreselleşme dönemini tanımlamak için, teknolojik gelişmeye bağlı olarak iletişim araçlarının eriştiği boyutu hesaba katmak gerekir. Bu alanın olumsuzlukları, olanakları vardır. Genel olarak, bu alana kapitalist Pazar egemendir. Ulusal/uluslararası holdingleşmeler, medyaları egemenlikleri altına almakta, girdikleri siyasi bağlarla da onları egemen siyasi görüşlerin etkisine açmaktadırlar.

   + Demokrasi ve liberalizm, küreselleşme döneminin siyasi ve ekonomik iki parolası gibi görünmektedir. Bunlar öncelikle hegemonik güç A.B.D.’nin ve onun büyük ölçüde küresel düzlemdeki siyasi müttefiği A.B.’nin öne çıkardığı parolalardır. Bu parolalara “insan hakları” parolası da eklenebilir.

   + Çeşitli siyasi, ekonomik, kültürel süreçler sonucu, İslam dünyada yeni bir siyasi güç odağı olarak belirmiştir. Afganistan’daki Sovyet işgali zamanlarında A.B.D.’nin belli İslami gruplara ve yönetimlere verdiği destek, Petrol zengini Arap ülkelerinin katkıları, İran İslam devrimi, Filistin sorununa bağlı İslami hareketler siyasi İslam’ı, çoğu zaman terör ile özdeşleştirerek, dünyanın önemli bir sorunu durumuna getirmiştir.

   + Siyasi İslam’ın Türkiye’deki belirlenimini, kemalist cumhuriyet rejiminin din’i ve müminleri dışladığı iddiasıyla hareket eden birbirinin devamındaki siyasi partiler oluşturmaktadır. Bu tematik, günümüzün iktidar partisinde, küresel kapitalizmin ve onun ideolojik parolalarının onayıyla birlikte karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, daha “esnek” bir laiklik tanımı ortaya konulmak istenmektedir (aynı zamanda, daha “esnek” bir üniter yapı anlayışı vs.). Siyasi iktidarın hedefi, “yumuşakça”, türbanı okullara ve kamuya sokma, içki satışını ve kullanımını kısıtlama, toplumsal ve kültürel yaşamda dinî boyutu daha çok öne çıkarma gibi görünmektedir. Bu “yumuşak” devinimin gerçekleşmesi için, ordunun olası müdahalelerini nötralize etme yönündeki ilke itibarıyla demokratik adımlarla birlikte, yine bu süreci durduracak ya da engelleyecek yargı müdahalelerini olanaksız kılmak amacıyla anayasal değişiklikler yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca, çoğunluk olmaktan doğan bir totaliter tutum yönelimi göze çarpmaktadır (telefon dinlemeleri, tehditler, gözaltılar, bitmeyen aydın yargılamaları...).

   + Türkiye’de dinsel olgu, laiklik ve küreselleşme tartışmasının somut zemini budur.

                                                                                                                              Ahmet Soysal

3.5.13

8 Mayıs Çarşamba 19.30'da - Robert B. Pippin ile Hegel, Mantık ve Metafizik Üzerine


8 Mayıs Çarşamba 19.30'da, dünyanın en tanınmış Hegel Uzmanlarından Robert B. Pippin ile 

Hegel, Mantık ve Metafizik Üzerine.


Sunum Başlığı - "Mantık ve Metafizik: Hegel'in Gölgeler Alanı"

ÇERÇEVE:


Hegel'in büyük yapıtları arasındaki ilişki, Fenomenoloji'den Mantık'a geçişteki metafiziksel mantık anlayışı soru konusu edilecektir.

-----------------

Etkinlik 30 kişi ile sınırlıdır.

Rezervasyon için editor@monokl.net

Etkinlik yeri: Monokl Yayınları - Kuloğlu Mah. Erol Dernek Sk. No.14 Daire:
4 Taksim - Beyoglu [Mephisto Kitabevinin arka paralel sokağı, Cihangir
yönüne]

Etkinlik: 8 Mayıs Çarşamba, 19.30 - 21.30

"Yazının Dostluğu, Dostluğun Yazısı Konuşmanın Dostluğuna ve Dostluğun
Konuşmasına Dönüşüyor... "